Рет қаралды 1,192
İkinci Sır: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, hadsiz kesret-i mahlûkātta tezâhür eden vâhidiyet içinde ukūlü boğmamak için, dâimâ o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasıl ki güneş, ziyâsıyla hadsiz eşyâyı ihâta ediyor. Mecmû‘-u ziyâsındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için gāyet geniş bir tasavvur ve ihâtalı bir nazar lâzım olduğundan; güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde, güneşin zâtını aksi vâsıtasıyla gösteriyor; ve her parlak şey, kendi kābiliyetince güneşin cilve-i zâtiyesi ile beraber ziyâsı, harâreti gibi hâssalarını da gösteriyor; ve her parlak şey, güneşi bütün sıfâtıyla kābiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziyâ ve harâret ve ziyâdaki elvân-ı seb‘a gibi keyfiyâtlarının herbirisi dahi, umum mukābilindeki şeyleri ihâta ediyor.
Öyle de: وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰي temsîlde hatâ olmasın ehadiyet ve samediyet-i İlâhiyenin, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mâhiyet aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi, vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcûdâtla alâkadâr herbir ismi, bütün mevcûdâtı ihâta ediyor. İşte vâhidiyet içinde ukūlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, dâimâ vâhidiyette sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, işte o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ dir.