Рет қаралды 941
Dördüncü Sır: Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsinin hitâbı olan اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfî gelmiyor, fikir dağılıyor. Mecmûundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyet’i mülâhaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ demeye
SAYFA 101
küre-i arz vüs‘atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Bu sırra binâen, cüz’iyâtta zâhir bir sûrette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nev‘de sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehad’i mülâhaza ettirmek için hâtem-i vahdâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ deyip doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e hitâb ederek müteveccih olsun.
İşte Kur’ân-ı Hakîm, bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinât dâire-i a‘zamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden en küçük bir dâireden ve en dakîk bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzın bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekāik-i ni‘met ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın; kalb boğulmasın; ruh, ma‘bûdunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ âyeti mezkûr hakîkati mu‘cizâne bir sûrette gösteriyor.
Evet hadsiz mahlûkātta ve nihâyetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil dâireler gibi en büyüğünden, en küçük sikkeye kadar envâı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa, yine kesret içinde bir vahdettir. Hakîkî hitâbı tam te’mîn edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır. Tâ ki, kesreti hâtıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın. Hem o sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celb etmek için, o sikke-i ehadiyet üstünde gāyet câzibedâr bir nakış ve gāyet parlak bir nûr ve gāyet şirin bir halâvet ve gāyet sevimli bir cemâl ve gāyet kuvvetli bir hakîkat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hâtemini koymuştur.
Evet o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuûrların nazarlarını celbeder, kendine çeker. Ehadiyet sikkesine îsâl eder. Ve Zât-ı Ehadiye’yi mülâhaza ettirir ve ondan اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ deki hakîkî hitâba mazhar eder. İşte بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ Fâtiha’nın fihristi ve Kur’ân’ın mücmel bir hulâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin tabakātında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrâr-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı rahîmiyeti ve şefkati görür.