Рет қаралды 41,484
GUCDÜVÂNÎ, Abdülhâliḳ
عبد الخالق غجدواني
(ö. 575/1179 veya 617/1220)
Orta Asya sûfîliğinin gelişmesinde büyük rol oynayan Hâcegân silsilesinin kurucusu.
Buhara’ya yaklaşık 30 km. uzaklıktaki Gucdüvân köyünde (bugünkü telaffuzu Gicdüvân) doğdu. Risâle-i Ṣâḥibiyye adlı eserinde (s. 95-96) anlattığına göre babası, İmam Mâlik neslinden, zâhirî ve bâtınî ilimlere vâkıf bir âlim olan Malatyalı Abdülcemil İmam’dır. Düşmanları tarafından şehirden çıkarılan Malatya sultanının tahtına dönmesini sağlayan Abdülcemil, 113 yaşında olmasına rağmen mükâfat olarak sultanın kızıyla evlendirilir. Bu arada Hızır, Abdülcemil’e bu evlilikten bir erkek çocuğunun doğacağı müjdesini verir ve adını Abdülhâliḳ koymasını ister. Gucdüvânî, sebebini açıklamadığı bir husustan dolayı bir müddet sonra babasının Malatya’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldığını ve Buhara’ya giderek Gucdüvân köyüne yerleştiğini, kendisinin burada dünyaya geldiğini kaydeder.
Yetişme çağında tahsil için Buhara’ya giden Abdülhâliḳ, şehrin önde gelen âlimlerinden İmam Sadreddin’in yanında tefsir okurken, “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki O haddi aşanları sevmez” (el-A‘râf 7/55) meâlindeki âyetin yorumu sırasında buradaki “gizlilik”le ilgili bir tereddüdünü ifade eder. Şöyle ki: Eğer zâkir yüksek sesle zikreder veya zikir esnasında organlarını hareket ettirirse dua veya zikirden başkaları haberdar olur. Öte yandan sırf kalbiyle zikrederse bundan şeytan haberdar olur. Çünkü hadiste bildirildiğine göre şeytan insanoğlunun içinde damarlarındaki kan gibi akıp durmaktadır (Buhârî, “Aḥkâm”, 21). Gucdüvânî, bu durum karşısında âyetteki duayı gizlice yapma emrinin nasıl yerine getirileceğini, diğer bir ifadeyle zikr-i hafînin nasıl uygulanacağını sorunca hocası Sadreddin, ilm-i ledünne ait olan bu meseleyi ileride ehlullahtan bir zatın kendisine öğreteceğini söyler. Nitekim kısa bir müddet sonra, Gucdüvânî’nin Hâce Hızır diye andığı, doğumundan önce de kendisiyle ilgilenen Hızır gelerek ondan havuza dalmasını, suyun altında iken kelime-i şehâdeti tekrarlamasını ister ve ona zikr-i hafînin usulünü telkin eder. Aynı zamanda zikrin sayılarak yapılacağını belirten Hâce Hızır, böylece bütün Hâcegân’ın ve onlardan sonra Nakşibendîler’in benimsedikleri “vukūf-ı adedî” prensibini de ortaya koymuş olur (Reşehât Tercümesi, s. 30). Harîrîzâde, Gucdüvânî’nin suyun altında iken yaptığı zikir sırasında kendisinde “el-cezbetü’l-kayyûmiyye” denilen çok kuvvetli bir cezbe hâsıl olduğunu kaydeder (Tibyân, I, vr. 378b).
Gucdüvânî, yine kendi ifadesine göre, yirmi iki yaşına kadar onu mânevî evlât edinen Hâce Hızır’ın terbiyesi altında kaldıktan sonra Buhara’ya gelen meşhur fakih ve mutasavvıf Yûsuf el-Hemedânî’nin (ö. 535/1140) müridleri arasına katıldı. Bazı kaynaklara göre Hemedânî Buhara’ya değil Semerkant’a gelmiş ve Gucdüvânî ona burada intisap etmiştir. Hemedânî’nin zikirde takip ettiği yol “alâniyye” (cehrî) iken Gucdüvânî’nin Hâce Hızır’dan öğrendiği zikr-i hafîye devam etmesine izin vermiş, Hâce Hızır da Gucdüvânî’nin mânevî terbiyesinin tamamlanmasını Hemedânî’ye havale ederek aradan çekilmiştir. Bundan dolayı Hâce Hızır’ı Gucdüvânî’nin “pîr-i sebak”ı (zikir telkin eden pîri) ve “pîr-i irâdet”i (sülûke başlatan pîri), Hemedânî’yi de sadece onun sohbet pîri saymak gerekir (Lâmiî, s. 411). Ancak Gucdüvânî’ye bir hırka verdiği için silsilede onun asıl mürşidi olarak Hemedânî yer almaktadır. Hemedânî Buhara’dan (veya Semerkant) ayrılıncaya kadar onun yanında kalan Gucdüvânî daha sonra memleketine döndü. Burada “sohbetine lâyık” bir kimse bulamayınca (Fazlullah b. Rûzbihân, vr. 86a) inzivaya çekilip riyâzet ve mücâhede dünyasına daldı. İnzivâ müddeti boyunca gösterdiği bazı kerametler sayesinde (vakit namazlarını kılmak için Mekke’ye gidip gelmek gibi) uzak yerlerde de meşhur oldu. Öyle ki Şam’da onun adına bir hankah kuruldu. Burada oturan müridleri kendisini ziyaret etmek için Gucdüvân’a gelmeye başladılar (Câmî, s. 384).
Hemedânî’nin bıraktığı halifelerin üçüncüsü olan Ahmed Yesevî, Türkistan’da İslâmiyet’i yaymak için Buhara’dan ayrıldığı zaman Gucdüvânî inzivâsından çıkarak Buhara ve civarındaki dervişlerin başına geçti. Gucdüvânî’nin, halifesi Hâce Evliyâ-yı Kebîr’e hankahta oturmamasını tavsiye ettiği halde hayatının bu son dönemini Gucdüvân’daki hankahta geçirdiği anlaşılmaktadır. Muînülfukarâ, aralarında meşhur Âl-i Burhân’dan âlim Muhammed b. Ömer es-Sadr’ın da bulunduğu Buhara’da ikamet eden müridlerinin her cuma gecesi onu ziyarete geldiklerini kaydeder (Târîḫ-i Mollazâde, s. 46).
Gucdüvânî Risâle-i Ṣâḥibiyye’sinde Hemedânî’den feyiz aldığını ve onun tarafından halife tayin edildiğini söyler. Eski müelliflerce ittifakla doğru kabul edilen bu bilgiyi Wilferd Madelung asılsız bulur.