Рет қаралды 5,172
Günümüzden üç bin yıl önce, susuz ve kayalık bir yarımadada ticaret kolonisi olarak kurulan Byzantion’un, Asya kıyısındaki bağlık bahçelik sulak Halkedon’a “Körler Ülkesi” diye tepeden bakması boşuna değildi. Dünyanın merkezinde yer alan Byzantion, kudret ve servet peşindeydi.
Kudret ve servet sikkelere işlendi, altın olup birikti. Üç imparatorluğa başkentlik eden kent, altın tozunu ikonalara, mozaiklere, varaklara, tombaklara sindirdi. Kentin tepeleri kubbelerle taçlanmış silueti gün batımında Haliç’le kaynaştı; Haliç “altın boynuz” diye anılageldi.
Çağlar boyunca İstanbul servetin merkezi ve simgesi olarak kaldı. Süryaniler, Ermeniler, Müslümanlar altını işledi; Kapalıçarşı esnafı altın sattı. Sinagog ve kiliselerin altın süslemeleri İbranice dualara, Ortadoks, Gregoryen, Katolik, Protestan papazların vaazlarına tanık oldu.
Topkapı Sarayı’nın görkemli günlerinde sultanların altın serptikleri Haliç, Fatih Sultan Mehmet’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Sultan Ahmet’in camilerinden okunan ezan sesleriyle yankılandı. Ve insanlar yüzyıllar boyunca “taşı toprağı altındır” diyerek İstanbul’a göç ettiler.
Suha Arın ve Hakan Aytekin’in ortak yönetiminde gerçekleşen 1996 yapımı “Altın Kent İstanbul” belgeseli, “altın” motifinden yola çıkarak, kentin kuruluşundan bugüne, ilk sikkelerden altın borsasına, kültür ve sanattan gündelik yaşama “Dünya Kenti İstanbul” temasını işliyor.
Yapımcılığını Reha Arın’ın, genel danışmanlığını Prof. Dr. Afife Batur’un ve görüntü yönetmenliğini Turhan Yavuz’un üstlendiği belgeselin, senaryosu Feride Çiçekoğlu, özgün müziği ise Nadir Göktürk imzasını taşıyor.