Рет қаралды 4,849
Vaktiyle bir derviş berbere gidip; “Vur usturayı berber efendi” der. Berber Derviş‘in saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer. Doğruca Derviş’in yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak: ‘Kalk bakalım kabak, kalk da traşımızı olalım’ diye bağırır. Dövene elsiz, sövene dilsiz olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan Derviş sabreder. Fakat kabadayını traş esnasında da dili durmaz. Sürekli alay eder derviş ile: ‘Kabak aşağı, kabak yukarı.’ Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Berber dervişe bakar ve sorar: ‘Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?’ Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir: ‘Vallahi gücendim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağında bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!’ Ne demiş Yunus Emre; ‘Olsun be aldırma yaradan yardır. Sanmaki zalimin ettiği kârdır. Mazlumun ahın indirir şâhı her şeyin bir vakti vardır.’