Рет қаралды 25,689
Dünyanın yalan olduğunu içli içli anlatan, türküleriyle kalbimize köprü kurmuş halk ozanı, Neşet Ertaş’ın hayat hikayesidir.
Neşet, göçebe yaşadığı çocukluğunun gölgesini hep üzerinde hissederek büyüdü. Ama daha büyük bir gölgesi vardı onun, babası Muharrem Ertaş.
Neşet, kardeşlerinden ayrı bağlıydı babasına. Ruhunun onun ruhuna eş olduğuna inanıyordu. Bir gün “Neşet Ertaş” olacaksa, babasının dağ gibi gölgesi hep üzerinde olmalıydı.
Bir gün Neşet Ertaş olacak, cahilliğini, dünyanın derdine kanışını, bizimle aynı hayatı paylaştığını türküleriyle anlatacaktı. “Kadınlar insandır, biz insanoğlu” diyebilmenin erdemini yaşayacaktı…
Neşet, 1938’de Kırşehir Çiçekdağı ilçesine bağlı olan Kırtıllar köyünde 5 çocuğu olan Döne Hanım ve Muharrem Bey’in ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi.
Babası Muharrem Bey saz ustasıydı. Neşet’in de kalbi ve ilgisi daha çocuk yaşlarından babasına dönüktü. Hatta yıllar sonra bir gün hepimizin tanıdığı ve sevdiği Neşet Ertaş olduğunda bu duygusunu şöyle dile getirecekti: “Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız”. Gün gelecek, işte bu duygudan çıkmış türküleriyle Neşet, “Bozkırın tezenesi” olarak anılacaktı.
Babasının etkisiyle 5 - 6 yaşlarında bağlama ve keman çalmaya başladı. Bir zaman sonra çalışmak için gittikleri düğünlerde babasına keman çalarak eşlik ediyordu. Üstelik türküler söylemeye başladığında sesinin güzel olduğunu da fark etmişlerdi.
Aslında yerleşik düzenlerinin olduğu yer doğduğu Kırtıllı köyüydü. Ancak çocukluğunun ilk 8 yılı Kırşehir, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezerek geçirdiler. Buralarda iş kovalıyorlardı. Bu yüzden okula geç başladı ve sonrası da zaten bölük pörçüktü. Genel bir ifadeyle aslında Neşet okula gidemedi. 8 yaşından sonra ailesi İbikli köyüne yerleşti. Annesini de yine çocukken kaybetti. 12 yaşındaydı. Babası 5 çocukla kalakalmıştı. Üç aylık bebesi dayanamadı, öldü. Acısını bile yollarda, gizli saklı yaşadılar. Yozgat’ın Kırıksoku köyünden Arzu adında bir kadınla tekrar evlendi. Bir süre de bu köyde yaşadılar ve sonra Yerköy ilçesine yerleştiler.
Onun ölümü üzerine Muharrem Bey çocuklarını alarak köyüne yerleşti. Neşet, 14 yaşında çalışmak için köyünden çıkacak ve İstanbul yollarına düşene kadar çocuk yaşları burada geçecekti.
Abdallarda 5 - 6 yaşına basmış erkek çocukları düğünlere götürülür, boş durmasın diye eline bir zil verilir ve evvela köçeklikle başlardı serüvenleri. Biraz daha yaş aldıklarında da kaşıklarla oynamaya başlatırlardı.
Yaşı artık 11 - 12’yi gören çocuklar yetenekleri varsa çalgılardan birini alır, devam ederdi. İşte çalamıyorsa, söyleyemiyorsa, başka hiçbirine yeteneği yoksa köçeklikle devam ederlerdi.
Neşet de böyle böyle başladı. Babası onun yeteneğini geç olmadan keşfedecekti. 6 yaşındayken zille başladı her şey. Hem köçeklik yaptı hem de zil çalıyordu. Babası saz çalıyordu. Neşet’in de gönlü sazdan yanaydı aslında ama babasının yanında o çalamazdı. Abisi kemandaydı, Neşet de cümbüşe tutuldu.
Bir gün babasıyla sessiz bir bakışmanın ardından bırakana kadar devam etti köçekliğe. Kırıkkale’de bir köye fasıla gittiler. Babası oynamasını teklif etti, Neşet de saygıyla kabul edip hazırlanmaya koyuldu. O sırada bir ses çalındı kulağına “Vah yazık, pek gençmiş”. Neşet, yine saygısını bozmadan zilleri babasının önüne koydu. Babası hiç karşı koymadı, ses etmedi; anladı. Oğlunu tanırdı. Zaten oğlunun düştüğü duruma o da çok içerlemişti.
Ama yine de vardıkları her köyde “Abdallar geldi, Abdallar gitti” diye bahsederlerdi onlardan. Haliyle yadırgamaz olmuşlardı. Bu topraklarda yaşayan her milleti sayarlar da en son “Cingan” derlerdi. İşte Abdallar, Cinganlar’dan bir önce gelirdi.
Neşet de yıllar sonra sazının sözü dinlendiğinde “Dertli Yoldaş” adını verdiği türküsünde şöyle
anlatacaktı bu hali:
“Zengin isen ya Bey derler ya Paşa,
Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, haşa”
İstanbul yolları çileli, İstanbul zorlu. Neşet, 14 yaşında sazını aldı, düştü yollara… Aç kaldı, yeri geldi karın tokluğuna çalıştı, gününü kurtardı. Ama bir iş de bulamıyordu. Bir gün yine öylece bir şeyler bulma umuduyla dolanırken “Şençalar Plak” diye bir tabela okudu. Elinde sazı içeri girdi.
O sırada içeride "Behiye Aksoy"un ilk plağı dinleniyordu. İçeriye giren genç delikanlı "Kadri Şençalar"ın dikkatini çekmişti. Sesini dinledi. Sesini de sazını da pek beğenmişti. Neşet’e hemen bir plak okuttu; sonra da Beyoğlu Saz’a götürüp ona program aldı. Böylece inceden bir sahne hayatı başladı.
İlk plak çalışmasını da yine Şençalar Plak’ta yaptı. 1957’de çıkan plak “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babasına ait bir türküydü. Halk onu bir anda benimsemişti. Plağı, kaset ve konserler takip etti. Artık Anadolu’da dinlenen bir halk ozanıydı. Babası onun bir cevher olduğunu düşünürken yanılmamıştı belli ki.
Damla Karakuş
damla.karakus@ensonhaber.com
#neşetertaş #neşetertaşhavaları #nesetertas