Рет қаралды 36,678
13 yaşındaki Nazmiye’nin hikâyesi. Okulu zorla bitirmiş, henüz oyun çocuğu. Yaşıtlarının çizgi gıygam (beş taş), evcilik oynadığı çağı. Onun da köy yollarında koşup oynayarak hayvan kovalama çağı. Birgün Nazmiye’yi görmeye gelirler. Annesinin kızının küçük olduğunu anlatmaya çalışmasına rağmen babaya söz geçmez. Söz yüzüğü, şerbet içme, nişan, bayramlık derken düğün kurulur.Nazmiye ne olacağını, nasıl olacağını bilmeden, gelin oluverir. Davullu zurnalı gider. Ev kadını olmanın sorumluluklarının henüz farkında bile değildir. Dam, bahçe bostan, tarla, yemek, çamaşır… Bunları anası yapar evde. Bu kadar işin altında ezilir. Ağlar, sızlar. Ama ne fayda? Babası, anası “Sık dişini kızım, düzelir. Her gelin böyle olur. Kayınanaya, kayınataya karşı gelme. Saygıda kusur etme.” derler.Köylüler de acır Nazmiye’ye. Nazmiye hasta olur, yataklara düşer. Doktor ilaçları fayda vermez. Ölüm döşeğindeki Nazmiye’nin tek arzusu “Ana Evi”dir. Köyüne dönen Nazmiye, beş yıl sonra yine gelin gider.Köylülerinin bu olay üzerine yaptıkları türkünün sözleri şöyledir:
Bahçelerde meyva bitti, güz mü oldu?
Ben annemden ayrılalı az mı oldu?
Ah bizi bölük de bölük bölen ayrılık
Diyan-ı gurbete salan ayrılık.
Ah annem, başındaki gök müydü?
Hiç göğsünde imanın yok muydu ?
Onüç yaşında gurbet bana hak mıydı
Annemin çatmasına konaydım,
Anneme halını hatırını soraydım,
Ah bizi bölük de bölük bölen ayrılık,
Diyar-ı gurbete salan ayrılık.
Ah annem, başındaki gök müydü?
Hiç göğsünde imanın yok muydu ?
Onüç yaşında gurbet bana hak mıydı