No video

Ekrem Demirli, 2023-2024 Lisans Programı: Kitâbü’t-Tevhîd, 24. Seminer

  Рет қаралды 1,163

Klasik Düşünce Okulu

Klasik Düşünce Okulu

Күн бұрын

Пікірлер: 4
@murat..cakir.
@murat..cakir. 7 ай бұрын
Allah razı olsun.
@omerfarukkahve8873
@omerfarukkahve8873 7 ай бұрын
Dile Dair: Mutezile, Sünnilik ve Tasavvuf (36:03-50:50) Tanrı, “İkra”, “oku” diyor, bunun cevabı nedir? “Mâ ene bi kârin”, yani ben okuyamam. Ben bu meselenin dinin ruhu ve sünniliğin dini takip cümlesi olduğunu düşünürüm. Yani dinin, Tanrının buyurganlığıyla insanın Onun karşısında yapma iradesi değil, yapamama ilticası olduğunu düşünürüm. Mesela diyelim ki Tanrı bana “namaz kıl” diyor. Ben diyorum ki “nestain”, “Yarabbi senden yardım dilerim”. Yani bunun cevabı “peki Yarabbi kalkıp kılarım” değil. Mesela bana “zekat ver” diyor, “tamam ben hallederim, ben veririm” değil. Mutezile konuyu böyle bir dile taşımak istiyor. Yani Tanrı; buyruklarını söylüyor, yapmalarını veya yasaklamalarını söylüyor veya buna cevaben de kul sanki “tamam yaparım, ben hallederim” demiş gibi oluyor. Fakat bu diyalektik İmama Maturidiyi veya sünniliği rahatsız ediyor. Çünkü sünniliğin cevabı şu: “oku”, “okuyamam.” “Oku”, “okuyamam” dediğinde neticede Tanrı onu okutacak yani Tanrı ona emrini ifa ettirecek, yerine getirtecek. Şimdi ilk vahyin geldiği dili, üslubu; ilk vahyin oluştuğu yani vahyin Peygamber tarafından telakki edildiği ortamı bir an için ortam olarak değil de metafizik ilkeyle düşünürsek şöyle yaklaşmalıyız: Başlangıçta ne varsa sonda o vardır, başlangıç ve sonda ne varsa aradaki bütün konulara o nüfuz etmiştir gibi. Bütün emir ve yasakların ruhunu ilk emrin algılanma ve ona cevap verme tarzı şekillendirmiştir dersek sünniliğin perspektifini çok iyi anlarız. Peki burada sorun nedir? Buradaki sorun şu: Mutezile galiba şöyle düşünüyor; Tanrı yap dediğinde cevap, “yapamam” yani “ben yapamam, ben acizim” olursa bunun bir istismar ve bir kaçma cümlesi olarak düşünüyor. Bunu bir tırnak içerisinde yani “ben yapamam” cümlesinin aslında tırnak içinde bir yapma cümlesi olduğunu sünnilik izah ettiği ölçüde ve takdirde aslında mutezilenin sorunu ve itirazı ortadan kalkacak. Şunun gibi düşünelim: Mesela Peygamber Efendimize “ikra”, “oku” dendi, “okuyamam” dedi ama okudu. Sonra Tanrı ona okuttu. “Attığında sen atmadın Allah attı” dediğinde aslında Peygamber ok atıyordu. Ya da “zekat ver”, “namaz kıl” dediğinde Peygamber Efendimiz aslında kılıyordu ama “ben kılamam”, “ben yapamam”, “ben edemem” diyordu. Dili ve hakikati buydu. Yani dil olarak söylemiyorum, Peygamber bunu böyle düşünüyordu. Dolayısıyla Müslümanlık ve sünni yorum ve sünni yorumu takip eden müslümanlık, Tanrıyla ilişkiyi yani emir ve komutları “aldım”, “icraata geçirdim” ikileminin oluşmasını istemiyor. Peki neyi istiyor? Emir ve komutları verenle birlikte hareket etmemi istiyor. Dolayısıyla bunu daha sonra tasavvuf sağlıyor. İmam Maturidi bunu tam sağlayamıyor çünkü o burda durduğu cümleden uzaklaşacak, biraz vazgeçecek, böyle bir sorun çıkacak ama tasavvuf, ehli sünnetin üzerinde durmuş olduğu bu perspektifi daha ileriye taşıyarak Tanrıyla yaşama fikrini geliştirecek. Tanrıyla konuşma, Tanrıyla yaşama, Tanrıyla yapma. Mesela “zekat veriyorum ama aslında Tanrı verdi.” Diyelim ki “ben bi şey anlatıyorum ama tanrı anlattı” ya da “anlattırdı.” Yahut “siz bir şey anladınız ama Tanrı size anlaşılır kıldı” gibi. Tanrıyla yaşama fikrini tasavvuf, bir boşluk açarak sünniliğin bu çekinceli tavrından çıkartmış oldu. İnsan acziyeti üzerinden bir özne boşluğu oluşturarak Tanrının bu boşluğu da doldurmasını hem kendi boşluğunu, kendi varlık alanını, vücubiyyeti hem de imkandan ortaya çıkan mümkün varlıkta ortaya çıkmış olan acziyet ve noksanlığı Tanrının ikmal ederek, Tanrının bizde, bizden ve bizimle fail olmasını sağlamış oldu. Tasavvuf yorumculuğu bunu sağladı. Dolayısıyla tasavvuf bir bakıma aslında sünniliğin açmış olduğu boşlıukta yürüdü. Bıraktığı muallakı çözdü ve bıraktığı açmazı aslında ikmal etmek istedi. Yani perspektif olarak bunu böyle söylemiş olalım. Fena kavramının sorunu şu: Fena kavramı kendi içerisinde çok büyük iddia taşıdığından çok problemli. Galiba tasavvufu konuşmak için doğru kavram fena değil burada. Doğru kavram aslında insanın acziyet noksanının daimi ve ebedi bir durum oluşudur. Fena aslıdan bunu anlatıyor. Fena dediğimiz şeyde yanlışlık şu: Sanki insan fani oluyor ve sonra tanrılaşıyor gibi bir şey ortaya çıkıyor. Sorun o değil. Fena kavramı aslında bir uzaklaşma kavramıdır. Fena için bazı kavramlar: “Fena bir teyakkuz kavramıdır” yani uykudan uyanma kavramıdır. “Fena bir tahattür, hatırlama kavramıdır” yani gafletten bilgiye dönüş kavramıdır. “Fena bir tezekkür kavramıdır” yani hakikatle buluşma, hakikati anlama öğrenme çabasıdır. İnsanı güçlü kılan şey diyelim ki yeryüzündeki yaşama mücadelesidir. Yani burada güçlü olduğumuzu düşünüyoruz ve gücümüzün ölçüsü seni yenmemele ilgili ortaya çıkıyor. Yani ben seni yeniyorsam, mağlup ediyorsam ben güçlü oluyorum ve dil buna göre şekillenip “ben”i özne haline getiriyor. Onun için bütün dil, “yaptım”, “ettim”, “başardım”, “başaramadım”, “düştüm”, “kalktım” gibi şekilleniyor. Bir fiil cümlesi için özne kimdir? Ya benim ya sensin ya birisidir. Bizim için bir fiil oluştuğunda ilk ve önemli sorun “bunun faili kimdir” cümlesidir. Tasavvuf bu yanılsamanın eleştiridisir. Dilde ortaya çıkan ve aklımızı şekillendiren, daha doğrusu bizde şekilsiz bir akıl oluşturan, muhtevasız bir akıl oluşturan bu dilin eleştirisi üzerine kuruludur. Tasavvuf başından sonuna kadar bu demektir. Normalde sünnilik de bir dil eşeştirisidir. Bunun altını çizelim. Mutezile bir dil teorisidir, sünnilik bir dil eleştirisidir. Türkiyede kelamcılar bu konuları doğru anlatmıyorlar. Bu büyük sorunlara dikkat çekmiyorlar. Benim kanaatime göre düşünce her zaman dil eleştirisi şeklide gider. Çünkü dil yanılsama üzerine kuruludur. Dilde şiirsellik, retorik, mecaz v.b. birçok unsur bir araya gelir ve dilde konuşma alanımız genişledikçe yanılsamalarımız daha da artar. Heiddegerin bir cümlesi vardır, “dil hakikatin evidir” şeklinde. Ama o ev, bu ev değil. Hakikat dilde ise o zaman dilin ayıklanması, eleştirilmesi ve kritik edilmesi düşüncenin amacıdır. Yani demek istiyor ki ,“biz dili tasnif ederek, tahlil ederek hakikate gidebiliriz.” Ben o cümleye tam olarak katılmıyorum ama önemli değil, mantık olarak böyle.
@omerfarukkahve8873
@omerfarukkahve8873 7 ай бұрын
Mutezile normal şartta bir dil teorisidir yani bir teolojisidir. Fakat bir lügat teolojisidir. Yani lugatçı bir teolojidir. Bu çok önemlidir. Şimdi biz Arapça konuşmuyoruz, Arapça düşünmüyoruz, bizim de kendi dilimiz var. Dolayısıyla bizim bu dilimiz üzerinden teoloji üretecek olanlarda olsa olsa mutezile olurdu yani mutezili bir üslup taşırdı. Bu bakımdan mutezile çok anlaşılabilir gerekçelerle hareket ediyor. Mesela size sünniliği anlatmakta güçlük çekrim, bu mutezilede yoktur. Çünkü konuştuğumuzda cümle normalde mutezili olur. Mesela şu cümlenin nesi yanlıştır: Devlet yasa çıkartıyor, güç getirebilenlere çıkartıyor bunu öyle değil mi? Adamın güçü yetiyorsa devlet ona çıkartıyor. Ama şimdi Tanrı devlet mi? Tanrı devlet mi yani güç yetirmek ne demek! Devlet için nesnel, objektif bir şeydir bu. Herhangi bir şeyde on, on beş cümlede teolojisini bilmeye gerek olmadan dili bilen bir adam mutezilenin çerçevesini anlar. Sünnilik ise bahusus dil teolojisinin bozulması üzerine kuruludur. Ya da dil içinde ikinci bir konuşma biçiminin aranması üzerine kuruludur. Dolyayısıyla sünnilik dil eleştirisine dönüşüyor. Tasavvuf ise bu dilin inşa ettiği “benliğin” tam olarak yapı sökümünü yapıyor. Bu, tasavvufta çok önemli bir konudur. Özellikle çağdaş felsefe çalışanların tasavvuf teorilerini çalışması çok önemlidir. Çünkü dil dediğin değerler kümesidir. Dilde bütün değerler vardır, bizim başka şey bilmemize gerek yoktur. Aslında bir dili öğrendiğimizde bütün dilleri öğreniriz. Dolayısıyla mutezile o dilden erdemleri, değerleri, öznelliği vs. her şeyi ordan çıkartıyor, sünnilik ise onu bozuyor. Tasavvuf da o bozmaya devam ediyor ve şunu fark ederek diyor ki: Dil bize öznelliği dayattı. Tam bu noktada fena ne demek? Fena, bu mevhum idrakin yok edilmesidir, fena bu demektir. Yani bu mevhum idrakin fiillerinde, fiillerinde özne olduğum niteliklerimde, varlığımda, ilişkilerimde, dünyaya bakışımda bir mevhum özne var Yani Cervantesin Don Kişotu gibi, yel değirmeni gibi. Yani böyle bir şey var ama gerçek değil. Böyle bir şey yok aslında, böyle bir ben yok ortada. O zaman tasavvuf ne yapıyor? Bu senin var dediğinin yok olduğunu sana gösteriyor. Fena dediğin şey bu. Bu nedenle tasavvuf bir teyakkuz, uyanma, yakaza halidir. Uykudan uyanıklığa intikal halidir. Bu nedenle Müslüman düşüncede en güçlü kritik tasavvuf kritiğidir. Fakat bunu dil üzerinden değil yönteme odaklanarak yaptığından ve o yöntemi ancak istisna insanlar yapabileceği için Müslüman topluma verdiği ürünleri çok verimsiz kalmıştır. Bu kadar güçlü eleştiri yapıp, bu kadar verimsiz olmak da tasavvufun talihi veya talihsizliği olmuştur. Yynı şeyi sadece dil üzerinde yapsalardı; yazarak, çizerek, konuşarak… Başka bir şey ortaya çıkardı. Fakat bunu böyle yapmak yerine sükutu tercih ettiler ve çok yabancı bir dil kullandılar. Mesela fena. Fena nedir, ne demektir? Şöyle diyebilirdi: “Bu dil sizi özne kıldı, siz de buna inandınız. Herkes özneyim diye düşünüyor, böyle hareket ediyor. Özne değilsin. Ey insan özne değilsin! Ben şimdi senin o özne diye inşa ettiğin yapıyı çürüteceğim. Bunun dayanakları nelerdir örneğin mal. Çürüt, at gitsin. Fena bu. Başka bir dayanak olarak alakalar, ilişkiler. At gitsin, fena bu. Başka? Senin lakapların, ünvanların, atadan aileden tevarüs ettiklerin. At gitsin, fena bu demek. Söz gelimi ifna etmek. Buradaki adayı küçültmeye çalışıyorum. Sen Avustralya büyüklüğünde bir kıta zannediyorsun, ben bunu küçültüp küçültüp minicik bir ada haline getireceğim. Çünkü o kadarsın yani varlıktaki yerin odur.” Fenayı bu anlamıyla alırsan konu çözülür. Ancak bu husus böyle ifade edilmeyince bu kez tasavvuf da bir retoriğe döndü. Kendileri bu işi yapmayınca, onlar adına bu iş yapılınca bu kez tasavvuf retoriğinin oluşturduğu dil, o dilin oluşturduğu yanılsama, normal dilin yanılsamasından daha büyük oldu. Böyle bir problem ortaya çıktı. Yanılsamadan başka bir yanılsamaya düştü. Ama tasavvufun amacı bu değildi. Neydi? “Dilin eleştirilmesi.” Bunu iyi anlamak lazım. Dil aklı oluşturandır, benliği oluşturandır ve dil benliktir. Heiddeger cümlesini ben kendim kurayım: “Benliğin evi dildir.” Benliğin evi dildir ve benlik dilin çocuğudur. Bu, budur. Dolayısıyla tasavvufun kritiği, eleştirisi dil üzerine kuruludur. Ancak tasavvuf meseleyi daha sofistike bir mağaraya soktu ve gelenler de daha hazırlıklı geldiği için o konfordan çıkamadık. Tasavvufun mağarası çok konforlu bir mağaradır. Diğerinde yine birisi ayağına basıyordu, taş, toprak bir mağaraydı. Burada ise baya böyle bir koltukları olan, sedirleri olan bir mağara oldu. Kimse çıkmıyor. İkinci buğday meselesi.
Ekrem Demirli, 2023-2024 Lisans Programı: Keşfü’l-Mahcûb, 12. Seminer
1:13:35
Klasik Düşünce Okulu
Рет қаралды 1,2 М.
Ekrem Demirli, 2023-2024 Lisans Programı: Kitâbü’t-Tevhîd, 23. Seminer
1:08:20
а ты любишь париться?
00:41
KATYA KLON LIFE
Рет қаралды 3 МЛН
لااا! هذه البرتقالة مزعجة جدًا #قصير
00:15
One More Arabic
Рет қаралды 51 МЛН
Harley Quinn's desire to win!!!#Harley Quinn #joker
00:24
Harley Quinn with the Joker
Рет қаралды 16 МЛН
Prof. Dr. Ekrem Demirli I Mücahede Yönteminin Metafiziğe Dönüşmesi ve Ekberilik
1:21:44
İslâm Düşünce Enstitüsü [İDE]
Рет қаралды 11 М.
Kürşat Demirci, Gılgamış Okumaları, 41. Seminer
52:00
Klasik Düşünce Okulu
Рет қаралды 1,3 М.
Allah insanı neden şahit tutar? | Düşünce ve Hayat
1:40:10
Öz'e Yolculuk - Prof. Dr. Ekrem Demirli
23:22
Eğitimde Bir Adım Ötesi
Рет қаралды 23 М.
Şeyhi Ekber İbn Arabi kimdir? | Düşünce ve Hayat
1:38:16
а ты любишь париться?
00:41
KATYA KLON LIFE
Рет қаралды 3 МЛН