Рет қаралды 354
"Ben filmlerimi yaparken, bir mektup yazıp, şişenin içinde denize atıyorum. Mektup, ihtiyacı olana mutlaka ulaşacaktır. Ama bugün, ama yarın." (Ahmet Uluçay)
#GeçitResmi, #AhmetUluçay Bölümü ile Artjurnal KZfaq Kanalında Yayında!
------
Athanasius Kicher’in Büyülü Fener’inden beri sinemanın içindeyim.
Lumiere’lerden beri sinemanın içindeyim.
Küçücük bir çocuktum, Anadolu’da karanlık bir köyde
Yıkık, metruk bir ahırın kerpiç duvarında
Grand Cafe’deki seyircilerin heyecanını paylaştım!
Ben, Antik Yunan’dan beri sinemanın içindeyim.
Olympos’tan tanrıların ışığını çalan küçük bir Prometheus’dum.
Şehirlere, kasabalara özgü sinemanın o büyülü ışığını,
Küçücük avuçlarımın yanması pahasına kapıp getirdim.
Avuçlarımda o yanık izlerini taşımaktayım hala.
Yoksa siz 1900’lerde keşfedildiğini mi sanıyorsunuz sinemanın?
Elektrik yoktu, gaz lambaları vardı, gölgeler tek oyuncağımdı
Ve köy duvarları gölgelerin oynaştığı mistik ve fantastik bir sinemaydı.
Kenar delikleri yırtılmış üç beş kulaçlık pelikül ve tahtadan bir gösterici.
Sihirli lambasıyla visal halde Alaaddin’dim ben!
Her sinema salonunun karanlık bağrında
“Binbir Gece”lerden bir gece uyuyordu
Biz sinemacılar İsrail’in oğullarıydık.
İsra’ya çıkmıştık, gece yolculuğuna.
“Körler ve Filler” hikayesini oynuyorduk.
Ben filin yüreğini kucakladım, yüreğini!
Eflatun’un “Mağara Alegorisi”ndeki kölelerden biriydim ben.
Yüzüm duvara dönük, kollarım bağlı.
Üstelik ışık da yoktu, ışığı içimde buldum, yüreğimde.
Işıkla sihirbaz maharetiyle oynayabilecek ırsi bir yeteneğim var!
Şeyh Küşteri’nin torunuyum ben!
-AHMET ULUÇAY